Pazartesi, Mayıs 20, 2024

Deve'nin hesabı

Deve,  az sayıdaki sağcı mizah dergilerimizden biri... Reha Oğuz Türkkan'ın yayın yönetmenliğinde hazırlanmış, iki sayısını gördüm. Tarihsiz ama yetmişli yılların sonu gibi duruyor. "Sollamadan, sallamadan hem nalına hem mıhına" şiarıyla çıkmış. Pek parlak bir yayın denemez, o yılların mizahi ortalamasının altında, nasıl desem, on yıl önce çıkmış olan denemeleri andırıyor. Tabii ki başarısız ve ömürsüz olmuş bir yayın. İlginçliği, sol(cu) karşıtlığı elbette...

Öztürk Serengil, Nejat Uygur, Cenk Koray gibi sahne-magazin simalarına yer vermişler, sağcılıkları bilindiği için bile isteye destek verdikleri tahmin edilebilir. Rauf Tamer yazmış, Necmi Rıza ve Bülent Şeren gibi karikatürcüler katkıda bulunmuşlar... Ecevit'i ve Erbakan'ı eleştiriyor, Demirel'e sempati gösteriyorlar, gel gör ki, Türkeş'i hiç çizmemişler. Liderin karikatürü yapılmaz yargısından etkilenmiş olmalılar... Ya da partililer hazır olmayabilir! diye çekinmişlerdir...

Söylemesem olmaz, mizah dergiciliği ne desek boş, genç işidir... Reha Oğuz, o tarihte 60 yaşına yakın... Onun güldüğü şeylerle o yıllarda genç olan birinin güldükleri arasında "dağlar" olduğu aşikar... Denemiş-denenmiş de... 

Gelelim yukarıdaki kapağa... Sallamadan deseler de Ecevit'i "foto-montaj" ile bilemiyorum, galiba eşcinsel olarak göstermeye çalışmışlar... Niye karikatür değil de fotoğraf kullanılmışlar diye düşündüm, içerde var çünkü... Yaşar Kemal'e salladıkları İpince Memed çizgi romanında  hicvedilenlerden biri olmuş Ecevit... Kapakta fotoğraf olunca galiba diyorum, daha gerçek gibi görünsün istemişler, belki daha sahici, daha etkileyici...Mizah gibi durmuyor, aşağılama arzusu daha baskın çünkü.

Ve galiba Hurşit dedikleri de David Bowie... Farkındalar mıydı merak ediyorum. 

Cumartesi, Mayıs 18, 2024

Zengin bir koca bulursam...


Sahaflardan aldığım dergiler içinden gazetelerden kesilmiş erotik kadın fotoğrafları çıktı. Anladığım kadarıyla seksenli yıllarda bir "delikanlı" gazetelerden beğendiği resimleri kesip "arşivlemiş"...

Aynı yılları yaşamış bir ergen olduğum için resimlerdeki kimi kadınlara aşinayım. Büyümek, karşı cinsle karşılaşmak kolay değil... Traji komik bir merhale olduğu için "geçelim".

Resimlere bakarken, resimlerden çok resimaltında yazılanlara takıldığımı fark ettim.

Eskiden bu yazıları, mizaha yeteneği olanlar yazardı. Hani herkes, yazılanların palavra olduğunu bildiğinden olmalı, iş onlara bırakılmıştı. Karikatürist Ferit Öngören  uzun yıllar "Tan" gazetesinde başta resim altları olmak üzere sayısız asparagas haber yazarak geçinmişti mesela. Ömrünün son döneminde tanışmış, sohbet etmiştim. Akıllı, ne yaptığını bilen donanımlı bir sanatçıydı.

Geçim sıkıntısıyla böyle bir iş yapmak?...

Düşünün, ne iş yapıyorsun? "Çıplak kadın resimleri için komik yazılar yazıyorum." Reel hayatta bir karşılığı yok bu işin... Gazeteciyim diyorsun... İmzanı atamıyorsun... Yoksun. Üstelik çok okunuyorsun.

Bir yandan da eğlenceli sanki... Tuhaf.

Edebi ya da sinematografik açıdan çok iştah açıcı bir "meslek".





Cuma, Mayıs 17, 2024

Sabahlara kadar

Epeyce ilginç bir kapak, 1939 tarihli, Atatürk öldükten sonra yayınlanmış. Akbaba'nın patronu Yusuf Ziya Ortaç, bu kapak için çok düşünmüş, çok tereddüt etmiş olmalı. Deyim yerindeyse zar atmış, riske girmiş çünkü. 

Dikkat edilirse imza yok. Cemal Nadir çizmiş gibi duruyor, öndeki garsonlar kopya olduğu hissi de veriyor. Arka plan kalabalıkken tenhalaştırılmış bile olabilir. 

Mesaj, Atatürk dönemi Ankara'sına yönelik, iki garson aralarında konuşuyorlar: "Her gece sabahlara kadar eğlenirdik, ne eğlenirdik: kadehler kırılır, naralar atılır, döğüşler edilirdi. Nerde eski o hovardalar". 

Enteresan, Akbaba, resmi ilanlarla yaşadığı için İnönü iktidarına methiyede bulunuyor, yeni döneme adapte ve angaje oluyor diyelim.
 

Perşembe, Mayıs 16, 2024

Çaylak

Türkiye'de sağcıların mizah dergiciliğine önemli katkıları olmuştur diyemeyiz, popüler bir mecranın içinde az satışlı denemeleri oldu demek daha doğru, ancak maddi destekle ayakta kalabildiler... Mizahın, ister istemez yasaklı alanlardan (argo ve cinsellikten) beslenmesi, seküler bir gelenekten gelmesi bu başarısızlıklarının nedenleri olarak gösterilebilir. 

Mizah diyorum, karikatürle karıştırmayalım, karikatürün bir gazetecilik sanatı olarak manşet ve siyasetle ilişkisi, muhafazakar mizahçıları "mizah" yapıyorlar gibi gösterilebilir, her zaman ilgili olmadığını, çoğunlukla siyasal romantizmin içinde kahırlanıldığını hatırda tutmamız gerekiyor. Üstelik, Türkiye'yi genellikle sağcılar yönettiği için "muhalif" olmakla ilgili bir alışkanlıkları da yok. 

Alışkanlıktan kastım, liberterlikle ilgili bir eleştirellik... yoksa bugün de yaşıyoruz, sağcılar kendilerini bir mağduriyet ve azınlıkta kalma haliyle tanımlamayı seviyorlar, gel gör ki oradan ironi ve espri çıkmıyor, çıkan şey kahır ve ilenme, felaket çağrısı ve narsistik bir methiye...

Çaylak, mizah dergilerinin yüksek satış rakamlarına ulaştığı, bu sebeple de yüksek telifler ödediği, yetenekli gençleri kadrolarına dahil ettiği bir dönemde çıkıyor, yıl 1977... O etki ve moda içinde varolmakla birlikte çok amatör duruyor, çok çok az isim, çizgici olarak yoluna devam etmiş mesela...  Siyasi aidiyet ile yetenek, haliyle farklı şeyler, bir ölçü ve enerji tutturamamışlar, Çaylak naif kalmış diyelim.

Akbaba'yı çağrıştıran biçimde niye "Çaylak" sembolünü kullanmışlar, bilemiyorum. Ortaç da sağcıydı, görseydi,  Çaylak'ın sağcılığını muhtemelen köylü ve kaba-saba bulurdu.

Demirel ve Erbakan'ın Başbakanlık yaptığı koalisyon döneminde çıkmış Çaylak, CHP ve Ecevit'e yönelik eleştirellikleri, Türkeş'e ve Ülkücülere sempatileri var... İki kapaklarını seçtim, ikisinde de muhalefet partisini eleştiriyorlar, birinde Türkeş, Ecevit'in kulağını çekiyor, ikincisinde CHP içinde azgın sol diye karikatürize edilmiş, ağzından kan damlayan bir köpek çizmişler...

Milli mizah için ta o senelerden bir üslup iddiası ve miladı arandığı söylenebilir. 

İki kapak
 

Salı, Mayıs 14, 2024

Yeni Bir Söylenen Adam


Prekazi saçlar, gömlek cebinde plastik tarak, Seiko saat, yalancı Levis, Nike air... Karikatürlere bakarak yazıyorum bunları. Doksanlı yıllarda Leman'da karşılaştık bu kadar çok teferruatla. Seleflerinin, Gırgır ve Hıbır'ın lümpenlerini ve alt sınıflarını başka türlü yorumlamışlardı, daha küfürbaz ve daha yakından anlatıyorlardı şehrin kenarlarını. Karikatürist Ahmet Yılmaz, penceresinin önünde çayını yudumlarken duyduğu her sese küfreden Kıllanan Adam isimli bir karakter yaratmıştı. Döneminin en popüler tiplemesiydi desek sanırım çok fazla itiraz almayız. Odun yüklü balkonların, kararmış binaların, İpe dizilmiş biber ve bamyaların arasında, sakaletin içindeydi Kıllanan Adam. Terli fanilasıyla pencerenin önünde oturuyor, etrafa bakıyor, uygitsinciliği ve boşvermişliği diline doluyor,  öfkelenir gibi yapıyor, küfrederek söyleniyor ama hayatına devam ediyordu. 

Geçtiğimiz on yılda, Kıllanan Adam ya da Ahmet Yılmaz dünyasıyla kıyaslarsak daha naif bir mizah öne çıktı. Kıllanan Adam, genellikle konuşmuyor, nafile bir hayıflanmayla düşünüyordu. Haklı olmanın dayanılmaz yalnızlığına ya da öfkesini dile getiriş biçimine o uzun düşünce balonlarını okuyarak gülüyorduk. Oysa bugün, Yiğit Özgür'ün yaygınlaştırdığı espriler, fıkrayı andırır biçimde diyaloglara dayanıyor. İki kişi karşılıklı konuşuyor, birbirine laf yetiştiriyorlar. Söz oyunları, yanlış anlamalar, saflık derecesinde bönlük, hödüklük, zevzeklik ironiyle naif bir dille fıkralaştırılıyor. Göbekli, ensesi kalın, kulağı kıllı erkekler, cinsellik, futbol ve para dışında hiç birşeyle doğru düzgün ilgilenmeyen lümpenler unutuldu demeyeceğim ama moda olan mizah, pofuduk, steril ve cool orta sınıf reflekslerine dayanır oldu. Ahmet Yılmaz, Leman'da takdim edilirken ya da sinemada bizatihi kendisini tipleştirirken vakti zamanında yaptığı tezgahtarlık tecrübesi vurgulanıyordu. Son on yılda benzer bir geçmişin çok da fazla bir önemi kalmadı. Okur yazar, iyi eğitimli, şehirli genç (ve sınırlı) bir okura hitap ediyordu dergiler. Hiç bir üretici bu biçimde takdim edilmedi; artık lümpenleri değil mahremiyeti, insani itirafları, süratle değişen hayata direnen nostaljik ayrıntıları merak ediyordu okur. Belki şu söylenebilir: lümpenler, bu yeni evrede, sanki daha haberdardılar pek çok şeyden, saldırgan değillerdi, ontolojik sorunları olan tipler olarak yeniden tanımlanmışlardı. 

Bir toplumun neye güldüğüyle ilgili dönemselleştirmeler yapmak kolay değil ama şu var: mizah dergileri, cinsellik ve argoyla daha kolay ilişki kurabildiklerinden, yine medyaya göre nitelikli bir izler kitleye sahip olduklarından ve okurları tazelendiğinden öncü niteliklere sahiplerdir. Suyun yüzeyindeki çırpınışları değil dipteki akıntıyı temsil ederler ya da mizah evrenini bir piramide benzetirsek, onların vazgeçtikleri espriler, aşağıya doğru inerken yaygınlaşır. Yani mizah dergileri belli tarzda esprilerden uzaklaştıklarında bile bu, o tarzın sönümlendiğini göstermez. Toplumda ya da popüler kültürün farklı mecralarında o espri tüketilmeye devam etmektedir, örneğin tv yoluyla yaygınlaşmaktadır. Bunun avantajı da vardır, mizah dergileri yıllar sonra, o unuttukları espri izleklerine geri dönüp revizyon yapabilirler. 

Uykusuz'da yayınlanan, Cihan Ceylan'ın Sami tiplemesi, Kıllanan Adam'ın bir çeşitlemesi. Doğal olarak yeni ve farklı yönlere sahip: Her şeyden önce Sami, Kıllanan Adam'a göre konuşkan biri, içine atmadan pervasızca düşündüklerini söylüyor. Büyük meseleler hakkında konuşmuyor ama Leman'ın "söylemeyen söylenen" adamları gibi değil. Kendi doğrularını, küfür ve kibirle, karşısındaki küçümseyerek dillendiriyor. Kıllanan Adama göre muhafazakar biri. İslami referanslara ve mukayese ölçütlerine sahip olmakla birlikte güdük bir Müslümanlığı var. Kız arkadaşları ve ilişkileri resmedildiğine göre pek çok referansı huysuzlukla ya da millici bir refleksle yapıyor. Yanındaki afro saçlı kadın: "Ölmeden önce görülmesi gereken yerlerin başında kesinlikle Paris geliyo bence Sami! Hımm Paris aşkın şehri" dediğinde "Kabe orda mı" diyebiliyor veya parkta gördüğü aşık çifte bakıp "Yasin suresini bilen biri olsun oğlum bunu boşver... Supanekeyi bile bilmez lan bu" uyarısı yapabiliyor. Dini referanslar şu bakımdan ilginç, eskiden Atatürk mitini kullanarak "baş şu öküzlere Atam" türü komik şikayetler yapılırdı; Ceylan, döneme uyarlamış, kahramanını milliyetçi-muhafazakar biçimde anlatıyor. Diğer yandan Kıllanan Adam'a benzer biçimde romantizm karşıtı. Aşk acısıyla kavrulan arkadaşlarına epeyce kinik ve gerçekçi cevaplar veriyor: "Nası yaşanmaz oldu ya? Otobüsler mi çalışmıyo elektrikler mi gitti?", "sanki Ferhat'la Şirin ayrıldı" vs. Mizahın edeb ve edebiyatla dertleri olur hep. Edebiyat, güzellikten dudaklardan, kalem kaşlardan, yanağa kondurulan yalancı ben'den söz ederken mizah gaz çıkarmaktan, apse yapmış dişten, pörtlemiş sivilcelerden bahsedilebilir. Romantik bir sahne ona göre değildir, hemen yapıyı bozacak, ters yüz edecek bir ifade çıkartır torbasından: "Semra'sız olmuyo yapamıyorum be abi. Yönümü kaybediyorum, önümü göremiyorum" diyen birine "Navigasyon aleti mi mına koyim bu?" denebiliyor mesela. Sami'nin Kıllanan Adam'a göre tespitleri çok daha kısa. Twiter yıllarındayız, kimsenin vakti yok bilmişliğiyle yorumlanıyor hayat. Solaklığa imrendiğini söyleyen bir kadına "İbrahim Üzülmez" diyebiliyor Sami. Beşiktaşlı olmasıyla ilgili metinlerarası bir espri. Orta sınıf vurgusunu bu yüzden yaptım, okur yazar bir okura yönelik bir espri bu. 

Cihan Ceylan, neredeyse on yıldır mizah dergilerinde çalışıyor. Kemik, Fermuar ya da bugün çalıştığı Uykusuz'daki üretimleri hep birilerine benzetildi, Umut Sarıkaya, Yiğit Özgür ya da Uğur Gürsoy'la aralarında hısım akrabalık kuruldu. Yukarıda ben de Kıllanan Adam'la Sami arasında bir bağ kurdum ki pek çok zaman Düz Adam Sami diye anılan bir tiplemeden söz ediyoruz. Benzerlik bütünüyle kötü bir şey değil, mevcut espri aurasını iyi anlayıp yansıttığını da gösteriyor çünkü. Yanlış anlaşılmasın, adına ister piyasa diyelim ister paradigma, adı herneyse o olan "görünmez el" üslubu belirler. Popüler kültür, her zaman ve her yerde, hakim olandan beslenir, onun çeşitlemesini yapar. Özgünlük de o benzerler toplamından çıkar, hem benziyordur hem başkadır. Cihan Ceylan da böyle bir kıvamla üretiyor, son kertede komik mi, evet komik. Gırgır, bir iki istisna dışında tek adamın elinden çıkmış gibiydi, herkes Oğuz Aral gibi çiziyordu, dergi çok satıyordu, unutmayalım. 

Radikal Kitap, 14.12.2012
Related Posts with Thumbnails